Kocaman bir insanım ben. Ne zaman hırçınlaşıyorum diye bakıyorum içime. Ne zaman istediklerim olmasa ne zaman bir ikilemde kalsam hırçınlıklarım artıyor. Bağırıyorum aslında içimde karışığım bana bir bakın diye…
İşte çocukta bundan daha fazlası var! Neden mi? Ben gerekli zihinsel ve toplumsal gelişmeleri tamamlamış, sosyal ortamlara uyum sağlamış bir yetişkinim. Kendimi durdurabiliyor, toplumun gerekliliklerini, oluru ve olmazı biliyorum. Parayı kullanmayı, zarar görebileceğim durumları, kendimi korumayı biliyorum. Belki de bildiğimi sanıyorum orası da bir muamma. Ama küçük bir çocuk bunların hiç birini bilmiyor, o yüzden sizin duyduğunuz bir çok kaygıyı da anlamıyor. Sonra başlıyor bağrışlar. Siz baskı kurmaya çalıştıkça içindeki durduramadığı özgür ruhu öfkeleniyor, bağırıyor, yetmiyor kendini anlatmak için hırçınlaşıyor. Bu çocuk size bağıra bağıra bir şey anlatmaya çalışıyor sevgili ebeveyn. Derdi sana hayatı zulmetmek değil, derdi içinde bulunduğu karmaşa. Anlatsan anlayacak belki, ya da onun anladığı dilden anlatsan anlayacak. Ama sen ona bağırmaya ve bastırmaya çalışıyorsun. Neden? Sadece senden küçük ve hayata gelmesine yol odun diye mi bu hakkın? Senden bir şey talep eden müdürüne, annene, eşine aynı şekilde bağırabiliyor musun? O gözlerini pörtleterek konuşabiliyor musun? Hepsinin cevabı hayır değil mi?
İnsan 3 katmandan oluşur. İlk çocukluk yıllarında sadece dürtülerine göre yaşayan minik insan canlısı gün gelir ki Dünya onun etrafında döner zannını yaşar. Ortalama 3 yaş civarını bulan bu dönem sonrasında yavaş yavaş toplum kurallarını öğrenmeye başlar ve sosyal hayata uyum sağlar. İşte bu dönemler bir insanın katmanlarının oluştuğu anlardır. O yüzden mühimdir, önemlidir. Peki dürtü nedir? Dürtü ortaya çıktığı andan itibaren “ben” e bunu yapman gerek diye sinyalleri ile huzursuzluk veren, yapılmadan da huzura kavuşması pek mümkün olmayan şeydir. Biz yetişkinlerde dürtüler bir nebze ya yer değiştirmiştir ya da baskılamayı öğrenmişizdir. Obsesif kompulsif hastalar bu dürtünün kurbanı şeklinde yaşamlarını devam ettirirler. Hani sürekli elini yıkarlar, bir yeri yüz kere silerler. Çünkü o el yıkama dürtüsü (ki altta başka bir dürtünün yer değiştirmesi olabilir ) gerçekleşmedikçe kişi huzursuzdur, oraya takılıp kalmıştır. Yetişkinde bulunan bu mekanizmanın aynısı çocukta da mevcuttur. Çocuk gelir enerjisini boşaltmak ister, oynayacak, koşacak, bağıracaktır. Gelir annesinin yanına tam başlar oynamaya annesinin kaygılarını bilmeden. Anne düşer diye korkar, canı acır diye korkar, hasta olur diye korkar, birine vurur da başkası ona laf söyler diye korkar, korkar da korkar. Sonra bir yerde anne bu korkuları ile baş edemez ve çocuğa bağırır “bir otur oturduğun yerde!, ne biçim çocuksun sen” Haydaaaaa! Çocuk tam oyun oynarken ne oldu da şimdi hayattaki tek güvencesi annesi böyle söyledi? İşte çocuk tam olarak bu düşüncededir. Peki der annesi ona kızmasın diye, korkudan. Oturur yerine. Bir gün sonra yine aynı konu, üç gün sonra yine. Çocuk gün geçtikçe baskılanır, baskılandıkça daha çok yapmak ister, içinde boşaltamadığı enerji yönünü değiştirir gider. Bu kısır döngüye bir girildi mi sonuç ortaya hırçın çocuğu çıkartır ve anne kendi penceresinden baktığı olayda “ne yaptım ki ben, sadece onu koruyorum” düşüncesi ile çareler aramaya başlarken çocuğuna basar etiketi “ HIRÇIN ÇOCUK”
Kısacası sevgili ebeveyn hırçın çocuk diye bir şey yoktur. İstisna her şey doğru olsa bile doğuştan getirilen, mizaç denilen bir yapı vardır elbet. Ama bunu da ona göre yönlendirmek mümkündür. Hırçın çocukla baş etmek için çocukların özgürlüklerini kendi kaygılarımızdan uzak tutmak gerek, çok mu kaygılandın bunu ifade etmen gerek. “Ona kimin zamanı var, bütün gün çocukla ilgilenecek” diyorsan, ben de sana diyorum ki geleceğini inşa ediyorsun, zamanını bugünün temizliğine 1 saat daha az ayır. Bunu bütün gün değil bir kere yapıp da çocuğun güvenini bir kazansan sonrası öyle bir sözünü dinletirsin ki…